Bursa Barosu İnsan Hakları Komisyonu'nun 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü basın açıklaması
BASINA VE KAMUOYUNA
10 Aralık 2021
Bugün, yani her Aralık ayının 10. günü takvimlerde Dünya İnsan Hakları günü olarak yer almaktadır.
Bundan yıllar önce yine bir 10 Aralık günü, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 30 maddelik İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ kabul edilmiştir.
65 milyon insanın hayatına mal olan İkinci Dünya Savaşının ardından bu acı ve kanlı deneyimi bir kez daha yaşamamaktı amaç... Bu nedenle dil, din, ırk, cinsiyet ve siyasi düşünce gözetilmeden, her insanın, salt insan olduğu için kazandığı hakları bulunduğu konusunda ortaklaşan dünya devletleri, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni imzalayarak, kişilerin onurlu ve özgür biçimde yaşayabilmeleri adına kurallar koymayı hedeflemiştir.
En başta yaşam olmak üzere özgürlük, güvenlik, sağlık, eğitim, yiyecek, barınma, yasaların koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma, barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma, çalışma, din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü, bildiride “temel insan hakları” olarak belirlenmiştir. İmzacı ülkeler de bu hak ve özgürlükleri kendi Anayasa ve yasalarında tanıyarak insan haklarının korunmasını taahhüt etmişlerdir.
Bildirinin imzalandığı gün olan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü olarak ülkemizde ve tüm dünyada kutlanıyor olsa da; bugün için insan hakları ihlallerinin ulaştığı nokta açısından dünyada ve özellikle de ülkemizde maalesef vahim bir tablo ile karşı karşıyayız.
Yasama organı olan TBMM'nin etkisizleştirilmesi ve adeta devre dışı bırakılması;
Temel hak ve özgürlüklerin kararname ve genelgelerle sınırlandırılması, hatta askıya alınması;
İnsan hakları ihlallerinin her geçen gün artması, adil yargılanma ve savunma hakkının kısıtlanması;
Toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı ile düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılamaz hale getirilmiş olması karşısında kaygılıyız.
Bugün ne yazık ki; imzacısı ve tarafı olduğumuz, iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile AİHM kararlarının tanınmadığı, uygulanmadığı ve bağlayıcılığının olmadığının açıkça dillendirilebildiği otoriter siyasal iklimde, bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmiş, iktidarın etkisi altındaki bir yargı pratiği ile karşı karşıyayız.
Geçtiğimiz yıl da Türkiye, insan hakları ihlalleri konusunda AİHM'e en çok başvuru alan ikinci ülke olmuştur. Bu başvuruların yaklaşık % 90'ı Türkiye aleyhine sonuçlanmakta, ülkemiz maalesef ifade ve düşünce özgürlüğünün en çok İhlal edildiği Avrupa Ülkesi olmuştur.
Yine cezaevlerinde ve gözaltında; özellikle çıplak arama olmak üzere işkence ve kötü muameleye ilişkin yakınmalar da artış göstermiş ve bu iddialar hakkında etkin bir soruşturma yürütülmediği de gözlenmektedir.
Ülkemizde kadına yönelik ve aile içi şiddet ile çocuk istismarı, bir türlü önlenemediği gibi oldukça vahim boyutlara ulaşmıştır. En temel hak olan yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınması bir yana, kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesine ilişkin en önemli belge olan İstanbul Sözleşmesi de bir gece yarısı kararnamesi ile ansızın hukuka aykırı bir şekilde yürürlükten kaldırılmıştır.
OHAL kaldırılmasına rağmen OHAL rejimi adeta olağan hale getirilmiş, temel hak ve özgürlükler yasal düzenlemelerle ve fiili uygulamalarla kısıtlanmıştır. KHK'lar ile hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan binlerce kamu görevlisi ihraç edilerek medeni ölüme terk edilmiş, birçok dernek, vakıf, sendika da kapatılmıştır.
Milletvekilleri, gazeteciler ve toplumun muhalif birçok kesimi hakkında hukuki dayanaktan yoksun davalar açılırken, halen birçok meslektaşımız da mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturma baskısına maruz kalmakta, bir kısmı da tutuklu olarak yargılanmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; İkinci Dünya Savaşının ardından, savaşın yıkıcı sonuçlarının onarılması, yaşam hakkının korunması ve insan hakları ihlallerinin önlenmesi amacıyla imzalanmasına rağmen dünyada savaşlar halen devam etmektedir.
Emperyalist güçlerin savaş politikaları ve siyasal iktidarın yanlış dış politikası yüzünden ülkemizde yaşamak zorunda kalan mültecilerin ise Avrupa ülkelerine karşı adeta tehdit aracı olarak kullanılması kabul edilemez bir durumdur. Yine bir belediye başkanın temel belediyecilik hizmetleri açısından dahi mültecilere yönelik ayrımcı ve nefret içerikli faaliyetleri ise insan hakları açısından utanç vericidir.
Maalesef ölümlü iş kazalarında da ülkemiz Avrupa ülkeleri arasında 1. Sırada yer almaya devam etmektedir.
Temel ve kamusal bir hak olan eğitim ve barınma hakkı bugün için tarikat, vakıf ve cemaat yurtlarına devredilmiş, korunması devletin yükümlülüğünde olması gereken çocuklar bu denetimsiz yerlerdeki kişilerin insafına terk edilmiştir. Antalya'da tarikat yurdunda kalan bir öğrencinin vahşice katledilmesi de bu durumun ne denli vahim olduğunu gözler önüne sermiştir.
Türkiye de dahil olmak üzere 196 ülkenin taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi ile çocuk haklarının korunması amaçlanmış ve taraf devletlerin bu hakların yaşama geçirilmesi için yükümlülüklere uymaları gerektiği hükme bağlanmıştır. Ülkemiz ise üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmediği gibi ne yazık ki; son yıllarda, çocuklara yönelik artış gösteren istismar vakalarında, çocuk işçiliğinde ve çocuk yaşta evliliklerin önüne geçmekte sınıfta kalmıştır.
Avukatlık Kanunu'nun 95. maddesi Barolara "hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak" görevini vermiştir.
Avukatlar, insan haklarının güvencesidir. Bursa Barosu İnsan Hakları Komisyonu olarak, hukukun üstünlüğünü, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini savunmaya devam edeceğimizi bildirir, insan hakları ihlallerinin ortadan kaldırılması için her zaman olduğu gibi mücadele etme kararlılığımızı kamuoyu ile paylaşırız.
Saygılarımızla
Bursa Barosu İnsan Hakları Komisyonu adına
Başkan Av. Kemal Özgür YETKİN