4 EKİM 1926 - TÜRK MEDENİ KANUNU'NUN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNİN 97.YILI
4 EKİM 1926- TÜRK MEDENİ KANUNU'NUN YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNİN 97.YILI
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin gerçekleştirdiği köklü değişiklikler içerisinde en önemli değişikliklerden biri şüphesiz Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ve yürürlüğe girmesidir. Bugün Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin 97.yılını kutluyoruz. Ülkemizde, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde kadının insan haklarına ilişkin temel kazanımlar 4 Ekim 1926'da yürürlüğe giren Medeni Kanun'la sağlanmıştır.
Medeni Kanun, hukuk devriminin temel taşlarından biri olup Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ülküsünün en önemli adımlarından biridir. 17 Şubat 1926 yılında kabul edilen ve 4 Ekim 1926 yılında yürürlüğe giren Türk Kanunu Medenisi Cumhuriyet Dönemi Hukuk Devriminin ilk kanunudur ve laik hukukun simgesidir.
Laiklik ilkesi Anayasamızda dahi 1937 yılında ifade edilmişken, Türk Medeni Kanunu laiklikle birlikte, kadın erkek eşitliğini, kadın ve erkeğin özgür, eşit yurttaş olduğunu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ilkelerini hukukumuza yerleştirmiştir.
Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile sosyal alanda eşitlik anlayışının temeli atılmış ve kadınlar o zamana kadar sahip olmadıkları haklara kavuşmuştur. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti'nin temel devrimlerinden biri olan Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile birlikte;
Evlilikte resmi nikah zorunluluğu getirildi. Ailede kadın-erkek eşitliği sağlandı. Tek eşle evlilik esası getirildi. Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı. Mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın-erkek arasındaki ayrım kaldırılarak eşit hale getirildi. Patrikhane'nin din işleri dışındaki yetkileri kaldırıldı.
Yine Türk Medeni Kanunu'nun kabulünün doğal sonucu olarak kadınlara; 1930'da belediye seçimlerine katılma, 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma, 1934'te milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması gibi siyasal alanda da haklar tanınmıştır.
Ancak Medeni Kanun'un yasalaşarak yürürlüğe girmesinin üzerinden geçen 97 yılda kadına karşı şiddetin, çocuk yaşta evliliklerin önlenmesi, kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi ve bu yolda devlet politikalarının uygulanması gerekirken kadının insan haklarına yönelik saldırıların arttığını, kadına şiddetin, şiddetin önünü açan söylem ve düzenlemelerin arttığını büyük bir endişe ile gözlemlemekteyiz.
Medeni kanun ile kazanılmış hakların geliştirilmesi bir yana, mevcut haklarımızın kullanılmasının da önüne geçilmektedir. Hatta medeni kanunun yok sayılmasına yol açacak düzenleme ve uygulamalarla karşı karşıya kalmaktayız.
Kadınların gerek uluslararası sözleşmeler ve gerekse iç hukukumuz gereği “eşit birey” olduğu gerçeğinin yok sayıldığını, kadına ve çocuğa yönelik şiddetin adeta tırmanışa geçtiğini, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığını vehametle gözlüyoruz.
Ne yazık ki kadınların insan haklarını koruma altına alan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının alınması, Türk Medeni Kanunu'yla ve 6284 sayılı Yasa ve Uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan kadın hakları kazanımlarını ortadan kaldıracak düzenlemelerinin yapılacağının kamuoyunda sürekli olarak gündemde tutulması, nafaka hususunda kadının insan haklarına aykırı açıklamalar yapılması, laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşılması, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı açıklamaların desteklenmesi, kadını özgür birey olarak görmeyen, kadının haklarını ve insanca yaşamını sınırlandıran zihniyetin oluşmasına yol açan politik uygulamalar vb. nedenler, Türk Medeni Kanunu ile uygar bir hukuk devleti olma yönünde atılmış olan adım ve kazanımları baltalamakta, kadınların günümüze kadar kazanmış olduğu haklarını yok etmekte ve kadınların şiddete maruz bırakılmasının önü açılmaktadır.
Günümüzde de çok hukukluluk provaları yapılmakta, bu kapsamda müftülere resmi nikah yetkisi verilerek adeta imam nikahı teşvik edilmektedir. Gelenek ve görenek kisvesi altında çocuk yaşta evliliklerin teşvik edilmeye ve bu şekilde gerçekleşen cinsel istismar vakıaları da olağan gösterilmeye çalışılmaktadır. Kadın ve kız çocuklarının birey olarak görülmediği, kadına ve çocuğa yönelik her türlü şiddetin görmezden gelinerek onaylandığı bu sömürü sistemi karşısında haklarımızı yok saymak isteyen tüm sistemlere karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.
Kadının insan haklarına yönelik saldırı, son olarak İstanbul Sözleşmesi'nin hedef alınmasıyla Medeni Kanun tarafından verilen hakların kaldırılması söylemlerine kadar varmıştır. Kadına karşı şiddetin, aile içi şiddetin ve toplumsal şiddetin giderek arttığı ülkemizde, İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmek şu ana kadar yapılan tüm çalışmaların hiçe sayarak, 'şiddete geçit vermek' demektir. İstanbul sözleşmesinden vazgeçmek mümkün değildir. Uygar bir devlet ve toplum refahı için, İstanbul Sözleşmesinin yeniden yürürlüğe alınması gerekmektedir.
Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin yıldönümünde laik ve demokratik hukuk devletinin temel taşı olan toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi, kadınların eşit birey olarak haklarının korunması ve kazanılmış haklarımıza sahip çıkılması için siyasi iktidarı, ilgili kurum, kuruluşları ve toplumdaki her bir bireyi sosyal eşitlik ilkesinin gerekliliklerini yerine getirmek için göreve ve duyarlılığa davet ediyoruz.
Bursa Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak, Cumhuriyetle birlikte günümüze kadar elde ettiğimiz kadın kazanımlarını koruyarak 97 yıl önce elde ettiğimiz kazanımların gerici düşünceler tarafından gasp edilmesine izin vermeyeceğimizi bildirir, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için cinsiyetçi zihniyetle ve toplumun her alanında kadınların eşit haklara sahip olması yönündeki mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Bursa Barosu Kadın Hakları Merkezi